21 Haziran 2013 Cuma

Senden başka

senden başka sevgilim yoktur. 
30.04.2013 yalova

ne varki dünyada senden başka
her değerliden vazgeçerim
senden başka
gülümsersem sendendir,ve ağlarsam sendendir.
sevdiğim mi başka hayatımda ?
yoktur
senden başka ...

varsan yanımda
ruhum da kalbim de bir başka alemdedir.
yoksan sen
ne dünyam vardır ne de varlığım
nedir ki hayatım benim
senden başka

gecelediğin tek sensindir.
aşkımmı
yoktur
senden başka

gecelerimi gündüzlerimi
senle yaşamışımdır .
ve senle olmak tek emelimdir hayattan
her saniyemde senin sevginle yanmaktayım
kalbim senle doludur
düşüncem sensiz bir an geçirmez
ya özlemle ya hasretle seni bekler bilincim
yoktur emelim ,tamahım , aşkım ,sevgilim
senden başka

Gezi parkı



Herşeyi söyledi bir sevmediğini söylemedi. 

hüseyin gülerce sevmediğini , sadece sevmediğini söylemeden her şekil ve surette sevmediğini ifade etmeyi başararak sevmediğini söylemede ibnu'r ravendi el mülhid kadar edibane bir edebi sanat dilini ihya etti. 
her şeyi söyledi bir sevmediğini söylemedi.
allah kendisinden razı olmasın .

bülent ecevit gibi bir adama rahmet oku
amerika gibi bir vahşiye ses çıkarma eyvallah et,
ataeistlere hoş görülü davran , papaya arzı hürmet et, israile ses çıkarma
polis müslümanları copladığında gıkın çıkmasın yıllarca
başörtüsünü yasaklayanlara hiç kızma bile ... hatta direnen kızlara açın okuyun diye yetkisizce ve ahlaksızca fetva ver...
sıra tayyip erdoğana gelince bir erkek tavrına tahammül etme , hoş görme sabretme ve saydır kinini ... en gıcık uslupla seslendir yazıya dök . en hünsamsı davranış şekliyle ...
etrafındaki eski radikallere de iki laf etmek lazım
bundan 20 sene evvel, zamanımızda her kim varsa müslümanlardan ; hepsini en uçarı şekilde eleştirip, bu da yetmeyince eleştiriyi ta asrı saadete kadar götüren ve sahabeye allah rasulune ihanet etmeyi yakıştıran adamlar . onları bilen bilir ... hüseyin gülerce gibi bir ruvey bida ya abi diye hitap ediyorlar hemde milyonlarca insanın önünde ve canlı yayında ...
onlara başka aşağılama yapmaya gerek yok...

hünsa : dişilik ve rkeklik belirtileri gösteren mahlukata denilir.
rüvey bida : ne dediğini bilmez adamlara denilir.


gezi parkında ortak payda nedir

demokrasi ile büyümüş çocuklar demokrasinin izin alarak eylem yapma kuralını yıkıyorlar . olay böyle görünüyor ama öule değil .

bence durum şu. hükümet güçlü birinin rantına dokundu ama bu defa o dokunduğu kimse cem uzandan daha dişli biri ve bu daha profosyonel bir ekibe işi vermiş . ve işsiz güçsüz özel üniversitelerde burslu olarak okuttukları gençleri buraya saldılar.
çadırları yakanlar da onlarla irtibatlı polisler olsa gerektir.
eylemlere katılan liseliler de yine özel okullarda okuyan özel liseliler siyah tişörtler de o para babasının ikramıdır.

vizelerin başladığı ya da başlayacağı bir zamanda hiçbir normal üniversiteli vatan kurtarmaz önce can gelir yani ders çalışırlar. gezide bekleyenler 13 gündür orada yiyip içip eğleniyorlar.
liselerde devam mecburiyeti var. 13 gün az zaman değil her baba yiğit devamsızlıktan sınıfta kalmayı göze almaz . o halde bunları birileri idare ediyor.

devlet memurları mesai yapıyor mesaiden sonra orada geceleyipde sabah işe gitmek zordur. o halde devlet memuru da olamazlar.
özel sektör adama 13 güz gezi de gösteri yap diye izin vermez.
işsiz güçsüz takımı ekmek elden su gölden se orada durur tabii


o halde sonuç şudur ;
gezi parkındakiler özel ünivtelerde kendilerine güvence verilen burslu öğrenciler ve özl liselerde okuyan öğrenciler. işsiz güçsüz oraya yemek yemeye gelen çapulcular ve eğlence için gelen keyf adamlarıdır. 
peki taraftarlar
 oraya niye geliyor ; 
çarşı zaten bilkindiği gibi herşeye karşıdır. sırf iş olsun diye her yere gider. ama burada inönü stadının yıkımıyla lakalı bir durum olsa gerekki bu işe bulaştılar. 
fenerbahçeliler başkanları hapse atılıp çile çektiği için vs gıcıklığına gitmiştir. 
gs liler ali sami yen den dolayı gitmiş olabilir. 

sanatçılar türkiye genelinde kendilerine iş veren acentelar içinde bulundukları alemi idare edenleri idare eden o büyük para babasının isteği üzerine oradalar. yoksa hiçbirinin umurunda olmazdı gezi parkı...
chp neden orda derseniz . gülünecek durummdur. orada opara babası menfaatine halel gelen adam ve onun adamları zaman zaman sol ölmesin diye onlara destek çıkktığı için hatır belasına oradadır. 
nurcular neden mızmız ediyorlar diyeceksiniz. 
en favori olasılık saidi nursi abdulhamide karşı çıkıp istibdada hayır dediği için , onlarda tayyip bey nazlarını çekmediği için onu müstebid kabul edip karşı çıkıyorlar. mesele saidi nursinin taklidinden başka birşey değil. 
saidi nursi sultan abdulhamide karşı çıkıp ittihadçıları destekleyinde sonraki ömrünü mağalarda geçirmişti. bu adamlar da inşallah islam ümmetinin arasından silinir giderler bu vesileyle . 

benim tayyip beye tavsiyem şudur.
demokrasilerde siyasi meselelerde kanaat belirtecek kurum ve kuruluşlar hakkında bir düzenleme yapıp dernek vakıf ve benzeri kuruluşları ikiye ayırmalı siyasi olamayı seçenler ve seçmeyenler. siyasi olmayı seçenlerle partileri daha sonra aynı statüye getirerek onları partilwer gibi seçimlere girme durumunda bırakmak ve oy kapasiteleriyle istedikleri partiyle seçim ittifakı yapmalarının önünü açmak. böylece siyasi hareket haline getirmek ve her siyasi alanda konuşanın konuştuğu şeyden sorumlu olmasını sağlayarak gerçek demokrasiyi hayata geçirmek.

tayyip bey e hazır fırsat taksime topçu kışlasını yapmaktan vazgeçsin. taksimi tamamen yeşillendirsin. otelleri yıksın stadyumu da yıksın hepsini gezi parkı yapsın . herkes rahatlar böylece...

Allaha giden yol mahlukatın adedincedir




Allaha giden yol mahlukatın adedincedir ve ''fettebiunii yuhbibkumullah'' ayeti hakkındadır.

Allaha giden yol bi adedi enfasil halaik derler. acaba manası nedir?
......
bazıları bu sözü itikad ibadet ve ahlak ta herkes kendine hoş gelen şekilde allaha ulaşmaya bir yol arayabilir ve böylece de allahın rızasını kazanabilir şeklinde anlıyor ve anlatıyor.
ben allahaı evrendeki varlardan anlarım peygamberin anlatmasını bilmesem de ona uygun tanımasamda olur , ya da namz kılmasam da öyle güzel şeyler yaparım ki namz kılanların kuru yatıp kalmkmalarından iyi işler yaparım ve allah benden onlardan razı olduğundan daha fazla razı olur ... vehayut ; açık gezdiğime kumsalda güneşlendiğime laf etmeyin ben bugüne kadar hiçbir gönlü incitmedim.... allahı çok severim o herzaman benimledir diyenleri duymaya başladım.

ey peygamber , deki onlara , allahı seviyorsanız bana uyun ki allah ta sizi sevsin , ayeti bu türden bir manalandırmayı kesinkes iptal eder.

peygamber sas e ve onun allahtan haber verdiklerine uygun bir inanç , amel ya da ahlaki değerle ancak allahın rızasına ulaşılabilir.

mahlukatın adedince allaha yol olması , şeklindeki kelamı kibarın manası ;
-her mahluk vasıtasıyla (ona yapacağınız bir güzellikle) allahın rızasını kazanabilirsiniz;
-her mükellefin allahın rızasını kazanmak için önünde binlerce seçenek vardır.
-mahlukata iyilik yaparak allahın rızası kazanılır. insanlara ve diğer mahlukata hayrının dokunacağı işer yapmak çok sevap kazandırır.ve övülmüş faziletli amellerdendir. sahibini allaha yakınlaştırır...

-yapacağınız her salih ve faydalı amel sizi allaha yakınlaştırır

gibi manalara gelir.
ama salih amel kavramı , peygamberin allaha yakınlaştırır dediği ibadetler ve ölçülerle kayıtlanmadan da ''iyilik etmek insanı allaha ulaştırır'' demek , islam dışıdır.
bunu bilerek söyleyen son peygamber muhammed as ın peygamberliğine iman edilmesi gereğini inkar etme durumunda kalacaktır.
bunu bilmeden bu manaya kullananların tevbe etmeleri gerekir.

Türkçe olimpiyatları


‘’türkçe uluslararası bir dil oldu ‘’.

günlerdir tr nin çok sayıda ilinde gösteriler yapılıyor. 
devlet adamlarımız mutlu, katılımcılarımız mutlu, sunucular mutlu..
... bir ben mutsuzum, üzgünüm, kırgınım …

müslümanlar dünya ülkelerinde kolejler açıyorlar. oralarda eğitim kurumlarında okuyanların bir kısmını da buraya getirip türkü söyletiyorlar. 
mısırlı kızın çiftetelliyi söylemesi ,-türk kıyafetleri içinde - ; herkesi mutlu ediyor benim içim burkuluyor.
bu kadar türkü söyletmeye meraklı idiyseniz tr deki okullardaki çocuklar da söylerdi bunları 
aksansız ve daha güzel.
onca müslümanın oralarda çalışmasını örtbas etmek içindir diyorum .
ama terazi kaldırmaz şeyler hep .
iyimi ,bir Allahın kulundan da çıt çıkmıyor. 

müzik dinlemeyen, vaktimi alır diye evlenmeyen, efendimiz anıldığında ağlayan ve ağlayan; bu kitapla amel etmeyecekseniz… diye kederlenip dağılan ve kuranı fırlatan hocanın 
türkçe öğretme sevdalısı öğrencileri . 
mısırlı kıza çiftetelli öğretmişsiniz… 
baştan sona dinledim. Sunucu ve seyirci tarafından beğenildi, kural bozulup bir daha sahneye çağrıldı kızımız, tekrar dinledim. 
mısırlılar zaten çiftetellinin alasını bilir , 
ama siz ona çiftetelli öğretmek için mi onca gözyaşı akıtılan vaaz meclisinin parasını oralara akıttınız.
incitmemek için elimden geleni yapıyorum ama ; emin olun birinin sizi incitmesi lazım 
söylenilen ve söyletilen türkülere popçular da katılmaya başladı .
seyirciler sefih bar görüntülerinde olduğu gibi yüz ifadeleriyle , sahnedekilere eşlik etmeye başladılar . 
bizi incitiyorsunuz.

türkçe olimpiyatları 
’ cumhurbaşkanına özel gösteri ‘’

Başbakan, cumhurbaşkanı bu işe destek veriyor..
meclis başkanı akp , deniz Baykal vs vs ….
bu gerçekten inanılmaz bir durum . ‘’ cumhurbaşkanına özel gösteri ‘’ vardı. Sağına soluna oturmuşlar . en sonunda da karamanoglu bey ödülü verdiler … 
yahu bir devletin en yüksek makamına , 100 adet okulun vakfının temsilcisi , aslı astarı olmayan bir ödül verir mi. Hem de cumhurbaşkanlığı gösteri salonunda. Bu ne alık bir durumdur. Cumhurbaşkanı onure ediliyor sanki . halbuki cumhurbaşkanı onure eder. 
Ya cumhurbaşkanına ne demeli.. ne yapacağını bilmez bir durumda parmaklarıyla ritim tutmaya kalkmaz mı bir de . Ama adam ne yapsın. Hicab duydum . müslüman insanlar tiyatro oynuyorlar sanki… 

- ‘’ılımlı İslam’’ bazı batıda hoş karşılanmayan ve istenmeyen devlet yapısı hukuk ve hayat tarzıyla alakalı bazı İslami değerleri sulandırma demektir.
-‘’türkler islama 600 yıl hizmet etti. Türkçeyi yaygınlaştırıp dünya dili yapmak lazım , aynı şeyler için’’. Aptalca bir tesbit. 600 yıl hukmeden müslüman türkler bunu cihadla boyun eğdirdikleri haçlılara müslümanların izzetiyle karşı durdular. 
- 100 adet okulda arabesk fantezi ve çiftetellinin yanına birkaç tane müslümanın şiirini koyarak cihan devleti olacaklarını düşünen zavallıdır. 
Yahu ‘’tohum saç bitmezse toprak utansının’’ yanına hiç tarkan’dan bir şey gider mi. Bir şeytanın ilhamı bir rahmanın ilhamı … keşke Müslüman cemaatiz diye çıkmasaydınız ortaya…

-Cemaatin mücahit serhat süvarileri delikanlıları, galiba ne dinliyorlarsa onu öğretiyorlar oradaki öğrencilere . arabesk fantezi, bu sene görmedim ama 11. Yıl da rock-rap de beklenilir. Farkındamısınız ilahiler ezgiler epeyce azaldı. 
yapılanma büyüdükçe küçülüyorlar…
-cemaat müzik konusunu başörtüsü konusunu hallettiği gibi halletmiş görünüyor. Teferruattır. Galiba demokrasi konusu da halledilirse mesele kalmaz ılımlı İslam devreye girmiş olur. 
-15 yaşında görünen kızları alımlı kıyafetler içinde sahneye çıkarıp türkü söyletmek caiz mi oldu. Kız ve erkeklerin birbirlerine dokunmaları vucut hatlarının belli olduğu şekillerde gezinmeleri raks etmeleri… 
-bu tarz bir etkinlikle kime ne isbat ediyorsunuz. ‘’Biz İslam öğretmiyoruz , bağnaz değiliz, her tür müzik dinleriz.’’ Mesajı veriyorsunuz. 
Affedersiniz siz neden cemaat kurdunuz o zaman .? zaten bunlar var Türkiye’de bol bol … okullarınızda yaygınlaştırın olsun bitsin. Ailelerinizde de yaygınlaştırın aranızda fark kalmasın. Müslüman topluluğu gibi görünmektense sivil toplum kuruluşu STK oluverirsiniz. Demokratik teamüllere de uygun olur…

bir hoca arkadaşa sordum bu meclislerde bulunmak caizmidir diye 
cevabı aşağıdadır ;

kadınlarla erkeklerin tokalaşması haramdır. 
baliğ kadınların erkeklerin önünde serbest kıyafetlerle bulunmaları haramdır. örtünme emrine muhalefettir. 
gayri mislimlerle ve fasıklarla aynı ortamlarda eğlenmek kasdıyla bulunmak caiz değildir. 
folklor olarak ta gerçek olarak ta yetişkin kız çocuklarının erkeklerle oynamaları haramdır.


bu tür olumsuz ve değerlerimize uygunsuz içeriğin olduğu toplantılara ancak gitmeleri gerekenlerin gitmeleri caizdir. diğerlerinin bulunmaları caiz olmaz haramdır. 

esasen durum şudur;
said en nursi salih bir insandır , hüsnü zannımız vardır. fethullah hocanın öğrencilerinden Allahı ve rasulunu seven çok sayıda kıymet vardır… 
fethullah hoca (benim anlayabildiğim kadarıyla) kendisine bağlı insanları kategorize etmiş. kimisi islamları oturmuş insanlar. onlara islam değerlerini her yerde yaşandığı gibi yaşamalarını öğütlüyor.
bir kısım islamla yeni tanışan ya da iman değerlerine yabancı sempatizanları var onları yapabildikleri kadarıyla kabul ediyor. 
sordukları sorulara , gücünüzün yettiğini yapın diyor. eyvallah.

devlet oldum olası müslümanlara sorun çıkardığı için onlarla ilişkilerini daha bir onların duymak istediklerini söyleyerek götürüyor. buna da eyvallah...siyasettir bir caizlik vechi vardır. 

mesele cemaatinden olmayan diğer müslümanlara gelince ikircikli bir durum oluşuyor. 
sünnet bile olmayan cevşen i tevatür derecesinde görecek kadar zikir hassasiyeti geliştirdiklerini gördüğümüz bu insanlar, dindarlıklarını bildiğimiz bu kıymetler cemaat organize ediyor diye türkçe olimpiyatları adı altında yapılan gösteriler ve içeriklerini gık demeden kabulleniverdiler. 

23 nisan dayatmalarını yeni bitirmiştik ki beteri geldi. 1 aydır her münasebetli ve münasebetsiz ortamda bir şamatadır gidiyor. Allah Allah ne oldu ne oluyor diye sorunca cevap bulamıyoruz. türkçe evrensel dil olmuş. 
peki nasıl? cevap yok . 

100 kusur okulda çocuklar arabesk müzik söyleyebiliyorlar diye türkçe evrensel dil mi olur.
eskiden beri söylerim bu yurtdışında okul açma işi devlet işidir. finansını müslümanlar yapıyorsa yazıktır keşke ülkemiz çocuklarına açsalardı bu okulları da bizimkiler 1 numara eğitim alsalardı. müslümanlar değil de devlet yapıyorsa buyursun yapsın . demek ki türk devleti memleketinde ki okul problemini çözdü dünyaya hizmete başladı...
tabii müslümanların paralarının tanımadığımız insanların ülkelerin zenginlerinin çocuklarına kaliteli hizmet götürmede kullanılması durumu da söz konusu olabilir. bu ihanet olur. dini değer olarak hizmete yakından başlamak gerekir. uzaklara gitmeden önce …

nurcuların öncelikle müellefei kuluba yönelik hizmet üretirken normal islam ölçülerindeki müslümanların maneviyatlarını bozmamaya özen göstermeleri de gerekir. 
yapmaya çalıştıkları şey güzel bir şey ama yaparken hassas davranamamaları bir sürü sorun getiriyor beraberinde 
fanatikler elbette eleştirinin derinine bakamayıp ya da bakmayıp ; bunca hizmeti olan nurculuk hareketinin doğrularına saldırıldığını düşünebiliyor. 

şöyle düşünün; aranızdan kim 16- 18 yaşlarındaki kızını binlerce insanın önünde açık kıyafetlerle türkü şarkı söylettirir. 
aranızdan kim kızlar erkeklerle karışık bir folklor grubunda kızını ya da oğlunu oynatır. 
aranızdan kim evli ya da bekar bir erkekle tokalaşır kucaklaşır.
aranızdan kim orhan , ferdi, müslim gibi gazino meyhane ricalinin konserlerine gider onlarla oturur kalkar. aranızda içki içen, film vs şeyler için yabancı kadınlarla yatak sahnelerine kadar rol kesen bu demokrat insanlarla arkadaşlık eder.???
bizim islam anlayışımız bunu kaldırmaz. 
kimin kaldırıyorsa aranızdan istediğini yapabilir . (Allah’tan utanmazsanız ne yaparsanız yapın sözü malumdur herkese)
bir de müslüman demokrat söylem seslendirilmeye başlandı ki 
eyvah ki eyvah
müslüman demokrat söylemi said nursi den de naklediliyor ki eserlerinden sayfaları gördüm. 
sultan abdulhamit i istibdadla itham edip demokrasinin istibdad dan daha iyi ve islama uygun olduğu manasına gelecek kıyaslama ve yorumlar yapıyorlar .
eğer bunlar anladığım manadaysa sonu hilafetin kaldırılmasıyla biten sürece benzer bir süreç nur cemaatini bekliyor demektir. 
çok üzülür ve ağlarız o zaman Allah korusun .

18 Şubat 2013 Pazartesi

Seyru sülük





Ruh terakkisi sırasında nefsin tabakalarından başlayan bir seyir vardır. bu yolculuk esnasında çok sayıda hal insana arız olur. bunlardan başarıyla geçebilmek için ölçülere ihtiyaç duyulur . bu ölçüler bilinmezse orada bir yerlerde batıla kayılır. ve vakit kaybedilir.
2.soruya cevap ; 
keşf ile akaid öğrenilebilir. ama esas olan bir hocadan öğrenmektir. 
peygamberimizin ulemaya emanet ettiği dini bilgilerde tereddüt yoktur. efendimizin öğrettiği değerler nurdur. allah tan geldiği kesindir. kesin vahye dayanır ve tahrif de edilemezdir. bu sebeple bu şekilde öğrenilen bilgiler de emanet ve kesinlik vardır. ama kişilerin keşifleri ancak kendilerine ve kendileri gibi olanlara lutuftur. diğerleri o bilgileri test edemez doğruluklarından emin olamazlar. 

örnekleyeyim . seyru suluk esnasında çok sayıda olayla karşılaşılr . allah tecellisi peygamber misali görülmesi , diğer peygamberlerin görülmesi geçmiş salih kulların görülmesi ....
bunlardan alınan bilgi ve duyulan kültür olabilir. allah görülebilir. ve görülen varlık görene bazı emirler verebilir. bu durumda ne yapılacağı konusu sağlıklı bir dini kültürü olmayana müşkil olur.


allahı gören allahı gördüm diye gördüğü şeyi anlatırsa ki çok anlatan vardır. çoğu allahı tanımadıklarından allah hakkında yanlış itikadlara düşerek küfre girerler. 
allahı görüpte artık şöyle löyle yapabilirsin diye izin alıp abuk subuk iş y
apmaya başlayan çok insan vardır. 
u'bud rabbeke hatta yetiyekel yakin / sana yakin gelinceye kadar ibadet etmen gerekir . yakine ulaşınca ibadet şartı ortadan kalkar diyenler de olmuştur. 
keşf halinde bir cihetten allahın teceeli ettiğini görerek artık kabe yerine o cihete dönen ler olmuştur. 
bazen rabbim bana gelir bazen ben rabbime giderim , vs sözleri söyleyerek ortada gezinen çok sayıda ne dediğini bilmez abid vardır. 
rabiatul adeviyye hakkında yazılanlara bakın şeriat üstü formatta rabbiyle evlendiğini düşündürecek ifadelerle neler neler söylerler. 
peygamberimizi görüp ondan hadis duyduğunu anlatan ama efendimizin şemailini bilmeyen çok sayıda gafil kendilerini efendimizin eğittiği vehmederek yaşarlar...
men reani fe kad raani hadisinin fıkhını bilmeden fakih gibi davranılması işte insanı tih çöllerinde gezdirirde gezdirir. 
onun için şeyh lazımdır. ve eski ve bilinen bütün şeyhler 
''seyru suluka girecek adama , tashihi itikad, tashihi ibadat ve tashihi ahlakı farz kılmışlardır ''


büyüklerin , allahla naz makamında olanların sözlerinin seyru sulukta daha sigara bırakmayı halledememiş innen nefse le ammerarun bis suu ' durumunda olanlar tarafından tekrar edilmesi bile allah dostlarıyla edebsizlik ve islam dininde basiretsizliktir. 

müzik , ney flüt ü keman ile allaha davet olunacak seviyede fıtratları marazlı insanların ene'l hak demindeki şatahatla uğraşmaları da bir başka bahtsızlıktır. allah dostlarından bazıları bu aletleri marazayı islama ısıtmak için kullanmışlardır. ama fırtatları marazsız müminlerin bu marazlılara gösterilen şefkate özenmemeleri gerekir. 

ömründe hiç zina etmemiş insan zina edip pişman olan sonrada cezasını şekmek iradesi gösterip cenetle müjdelenenlere özenmemesi gerekir. efendimiz of iile değil o tevbeye övgüde bulunmuştur. 

başını açmayıp direnen ve sonra eğitim alamayanlar bedir ehli gibidirler zannımca ... başlarını açıp okuyan ve sonra 10 sene günahla yaşayıp ortam düzelince tevbe edenler onlara asla denk olamazlar.

21 Kasım 2012 Çarşamba

KENDİM OLABİLMEK İÇİN...

KENDİM OLABİLMEK İÇİN
VOLTAİRE ,SCHOPENHAUER , ROUSSEAU CİLTLERİNİ, FRANSIZ DÜŞÜNÜRLERİNİ, DELTOUR'U, DE PASSET'Yİ , MORELLİ' , BRİCHOT'U, 'MACBETH'İ, MEVLÂNA'NM 'MESNEVİ'SİNİ , "ŞEYH GALİP'İ, "BOTTFOLİO'YU, İBN ZERHANİ'Yİ,
YAKTIM ….

Böylece, Şehzade, kâtibine, kendisini etkileyen kitaplardan nasıl kurtulduğunu tek tek
yazdırmaya başlardı. Şehzadenin, kasrındaki bütün Voltaire ciltlerini yaktığını, çünkü bu yazarı
okudukça, bu yazarı hatırladıkça kendisinden daha zeki, hazırcevap, dinsiz ve şakacı bir
Fransız olduğunu, ama kendisi olamadığını yazardı Kâtip.
Schopenhauer ciltlerinin kasırdan
uzaklaştırıldıklarını, çünkü bu ciltler yüzünden Şehzadenin kendini iradesi üzerine saatlerce,
günlerce düşünen biriyle özdeşleştirdiğini ve en sonunda özdeşleştiği bu kötümser kişinin bir
gün Osmanlı tahtına oturacak şehzade değil, Alman filozofun ta kendisi olduğunu yazardı
Kâtip.
Her biri ne masraflar edilerek getirtilen Rousseau ciltleri de, Şehzadeyi, kendini suçüstü
yakalamaya çalışan bir vahşi kişiye dönüştürdüğü için parçalanarak kasırdan
uzaklaştırılmıştı.

"Bütün o Fransız düşünürlerini, Deltour'u, De Passet'yi, dünyanın akılla
anlaşılabilir bir yer olduğunu hikâye eden Morelli'yi ve bunun tam tersini yazan Brichot'yu da
yaktırdım, çünkü onları okudukça kendimi olmam gerektiği gibi, geleceğin bir padişahı olarak
değil, kendinden önceki düşünürlerin saçma gözlemlerini çürütmeye çalışan alaycı, polemikçi
bir profesör olarak görüyordum," derdi Şehzade.

Binbir Gece Masallarını yaktırmıştı, çünkü bu kitap yüzünden kendini özdeşleştirdiği tebdil gezen padişahlar, Şehzadenin olması gereken padişahlar değildi artık.
'Macbeth'i yaktırmıştı, çünkü onu her okuyuşunda taht için elini kana bulamaya hazır bir korkak ve iradesiz olarak görüyordu kendini ve daha kötüsü o kişi olmaktan utanacağına, şiirsel bir gurur da duyuyordu bundan.
Mev-lâna'nm 'Mesnevi'sini kasırdan uzaklaştırmıştı, çünkü bu darmadığmık kitabın hikâyeleri arasında her dağılışında, dağınık hikâyelerin hayatın özü olduğuna iyimserlikle inanan bir abdalla özdeşleştiriyordu kendini.
"Şeyh Galip'i, onu okudukça kendimi hüzünlü bir âşık olarak gördüğüm için yaktım," diye açıklardıŞehzade.

"Bott-folio'yu ise onu okudukça kendimi Doğulu olmak isteyen bir Batılı olarak
gördüğüm için ve İbn Zerhani'yi ise, onu okudukça kendimi Batılı olmak isteyen bir Doğulu
olarak gördüğüm için yaktırdım, çünkü ne Doğulu, ne Batılı, ne tutkulu, ne deli, ne maceracı,
ne de kitaplardan çıkmış herhangi biri olarak görmek istiyordum kendimi."

Bu sözlerden sonra,Kâtibin altı yıl boyunca, nice deftere sayısız kereler tekrarlaya tekrarlaya yazdığı o nakaratı tutkuyla tekrarlardı Şehzade:

"Yalnızca kendim olmak istiyordum, yalnızca kendim olmak istiyordum, kendim olmak istiyordum yalnızca."

Ama kolay bir iş olmadığını biliyordu bunun. Bir dizi kitaptan kurtulduktan ve bu kitapların
yıllarca anlatmaya devam ettiği hikâyelerin sesini en sonunda işitmez olduktan sonra, aklının
içindeki sessizlik o kadar dayanılmaz gelirdi ki Şehzadeye, istemeye istemeye adamlarından
birini yeni kitaplar almaya şehire yollardı.
Paketlerinden çıkarır çıkarmaz yutar gibi okuduğu bukitapların yazarlarıyla alay ederdi önce; sonra kitapları öfkeyle ve törenle yakar, ama sesleriniiçinde hâlâ duymaya devam ettiği ve yazarlarını ister istemez taklit ettiği için, onlardan ancakbaşka kitaplar okursa kurtulacağına karar vererek, çiviyi ancak çivinin sökeceğini acıylahissederek, adamını gene onu dört gözle bekleyen Beyoğlu'nda-ki yabancı kitapçılara,Babıâli'ye yollardı.

"Şehzade Osman Celâ-lettin Efendi, kendisi olabilmeye karar verdiktensonra, kitaplarla tam ön yıl savaşmıştır," diye yazmıştı bir gün Kâtip ve Şehzade, "'savaşmıştır'değil, 'boğuşmuştur' yaz!" diye düzeltmişti. Şehzade Osman Celâlettin Efendi, on yıl kitaplarla,kitapların içinde duyurduğu seslerle boğuştuktan sonra, ancak kendi hikâyelerini, kendi sesini o kitapların sesine karşı yükselterek kendisi olabileceğini anlamış ve kendine bir kâtip tutmuştu.
"Bu on yıl içinde, yalnız kitaplarla, hikâyelerle değil, kendisini kendisi olmaktan alıkoyduğunu
anladığı her şeyle boğuşmuştur Şehzade Osman Celâlettin Efendi," diye merdivenlerin
tepesinden bağırarak eklerdi Şehzade ve Kâtip binlerce kere tekrarlanmasına rağmen,
binbirinci kere de, tıpkı birinci kere söylendiği inanç ve heyecanla dile getirilen bu cümleyi ve
aynı kararlılıkla onu izleyen öteki cümleleri dikkatle yazardı.
KENDİM OLABİLMEK İÇİN
VOLTAİRE ,SCHOPENHAUER , ROUSSEAU  CİLTLERİNİ, FRANSIZ DÜŞÜNÜRLERİNİ, DELTOUR'U, DE PASSET'Yİ , MORELLİ' , BRİCHOT'U, 'MACBETH'İ, MEVLÂNA'NM 'MESNEVİ'SİNİ  , "ŞEYH GALİP'İ, "BOTTFOLİO'YU, İBN ZERHANİ'Yİ, 
YAKTIM ….

Böylece, Şehzade, kâtibine, kendisini etkileyen kitaplardan nasıl kurtulduğunu tek tek
yazdırmaya başlardı. Şehzadenin, kasrındaki bütün Voltaire ciltlerini yaktığını, çünkü bu yazarı
okudukça, bu yazarı hatırladıkça kendisinden daha zeki, hazırcevap, dinsiz ve şakacı bir
Fransız olduğunu, ama kendisi olamadığını yazardı Kâtip. 
Schopenhauer ciltlerinin kasırdan
uzaklaştırıldıklarını, çünkü bu ciltler yüzünden Şehzadenin kendini iradesi üzerine saatlerce,
günlerce düşünen biriyle özdeşleştirdiğini ve en sonunda özdeşleştiği bu kötümser kişinin bir
gün Osmanlı tahtına oturacak şehzade değil, Alman filozofun ta kendisi olduğunu yazardı
Kâtip.
 Her biri ne masraflar edilerek getirtilen Rousseau ciltleri de, Şehzadeyi, kendini suçüstü
yakalamaya çalışan bir vahşi kişiye dönüştürdüğü için parçalanarak kasırdan
uzaklaştırılmıştı.

 "Bütün o Fransız düşünürlerini, Deltour'u, De Passet'yi, dünyanın akılla
anlaşılabilir bir yer olduğunu hikâye eden Morelli'yi ve bunun tam tersini yazan Brichot'yu da
yaktırdım, çünkü onları okudukça kendimi olmam gerektiği gibi, geleceğin bir padişahı olarak
değil, kendinden önceki düşünürlerin saçma gözlemlerini çürütmeye çalışan alaycı, polemikçi
bir profesör olarak görüyordum," derdi Şehzade. 

Binbir Gece Masallarını yaktırmıştı, çünkü bu kitap yüzünden kendini özdeşleştirdiği tebdil gezen padişahlar, Şehzadenin olması gereken padişahlar değildi artık.
 'Macbeth'i yaktırmıştı, çünkü onu her okuyuşunda taht için elini kana bulamaya hazır bir korkak ve iradesiz olarak görüyordu kendini ve daha kötüsü o kişi olmaktan utanacağına, şiirsel bir gurur da duyuyordu bundan. 
Mev-lâna'nm 'Mesnevi'sini kasırdan uzaklaştırmıştı, çünkü bu darmadığmık kitabın hikâyeleri arasında her dağılışında, dağınık hikâyelerin hayatın özü olduğuna iyimserlikle inanan bir abdalla özdeşleştiriyordu kendini.
 "Şeyh Galip'i, onu okudukça kendimi hüzünlü bir âşık olarak gördüğüm için yaktım," diye açıklardıŞehzade.

 "Bott-folio'yu ise onu okudukça kendimi Doğulu olmak isteyen bir Batılı olarak
gördüğüm için ve İbn Zerhani'yi ise, onu okudukça kendimi Batılı olmak isteyen bir Doğulu
olarak gördüğüm için yaktırdım, çünkü ne Doğulu, ne Batılı, ne tutkulu, ne deli, ne maceracı,
ne de kitaplardan çıkmış herhangi biri olarak görmek istiyordum kendimi."

 Bu sözlerden sonra,Kâtibin altı yıl boyunca, nice deftere sayısız kereler tekrarlaya tekrarlaya yazdığı o nakaratı tutkuyla tekrarlardı Şehzade:

 "Yalnızca kendim olmak istiyordum, yalnızca kendim olmak istiyordum, kendim olmak istiyordum yalnızca."

Ama kolay bir iş olmadığını biliyordu bunun. Bir dizi kitaptan kurtulduktan ve bu kitapların
yıllarca anlatmaya devam ettiği hikâyelerin sesini en sonunda işitmez olduktan sonra, aklının
içindeki sessizlik o kadar dayanılmaz gelirdi ki Şehzadeye, istemeye istemeye adamlarından
birini yeni kitaplar almaya şehire yollardı.
Paketlerinden çıkarır çıkarmaz yutar gibi okuduğu bukitapların yazarlarıyla alay ederdi önce; sonra kitapları öfkeyle ve törenle yakar, ama sesleriniiçinde hâlâ duymaya devam ettiği ve yazarlarını ister istemez taklit ettiği için, onlardan ancakbaşka kitaplar okursa kurtulacağına karar vererek, çiviyi ancak çivinin sökeceğini acıylahissederek, adamını gene onu dört gözle bekleyen Beyoğlu'nda-ki yabancı kitapçılara,Babıâli'ye yollardı.

 "Şehzade Osman Celâ-lettin Efendi, kendisi olabilmeye karar verdiktensonra, kitaplarla tam ön yıl savaşmıştır," diye yazmıştı bir gün Kâtip ve Şehzade, "'savaşmıştır'değil, 'boğuşmuştur' yaz!" diye düzeltmişti. Şehzade Osman Celâlettin Efendi, on yıl kitaplarla,kitapların içinde duyurduğu seslerle boğuştuktan sonra, ancak kendi hikâyelerini, kendi sesini o kitapların sesine karşı yükselterek kendisi olabileceğini anlamış ve kendine bir kâtip tutmuştu.
"Bu on yıl içinde, yalnız kitaplarla, hikâyelerle değil, kendisini kendisi olmaktan alıkoyduğunu
anladığı her şeyle boğuşmuştur Şehzade Osman Celâlettin Efendi," diye merdivenlerin
tepesinden bağırarak eklerdi Şehzade ve Kâtip binlerce kere tekrarlanmasına rağmen,
binbirinci kere de, tıpkı birinci kere söylendiği inanç ve heyecanla dile getirilen bu cümleyi ve
aynı kararlılıkla onu izleyen öteki cümleleri dikkatle yazardı.

İMAM EBU HANİFE NİN SAHABEİ KİRAMIN ARASINDA ÇIKAN OLAYLAR HAKKINDAKİ MEZHEBİ HAKKINDADIR

İMAM EBU HANİFE NİN SAHABEİ KİRAMIN ARASINDA ÇIKAN OLAYLAR HAKKINDAKİ MEZHEBİ HAKKINDADIR.

Ebu Hanife Sahebenin aralarında cereyan eden olaylarda ölenlerin hükmünü Allah’a havale etme taraftarıdır.
Söz konusu olayların taraflarından kimin haklı kimin haksız olduğunda ise görüş belirtmiştir.
O El-Bettiye risalesinde şöyle der; “Ben Allah Rasulü (sav)’in sahabesi arasındaki ihtilaf hakkındaki hümü Allah’a havale ediyorum. Çünkü onlar sünnet ve fıkhın nakledicileriydiler.
İmam Atâ b. Ebi Rabah’ın Said b. Cübeyr’in , en-Nafi’nin, İbnu Ömer’in, Abdulkerim’in, Tavus ve İbn-i Abbas’ın, Ömer b. Abdulaziz’in de bu görüşte olduklarını nakletmiştir.
Menakıb müellifleri onun Sıffin’de ölenler ve Ali ve Muaviye (ra) arasındaki ihtilaf hakkında soru sorulunca:” Onlar hakkında bir hüküm verirsem Allah’ın bunu neye göre söylediğimi sormasından korkarım... Kıyamet günü huzuruna getirildiğimde beni, onların aralrında geçen olaylar hakkında hesaba çekmeyecek... Bana, emrettiklerini yapıp-yapmadığımdan hesaba çekecek. O halde insanlarla uğuraşmak daha doğru olur.” Cevabını verdiğini rivayet ederler.
Mezkur soruya “Allah bizlerin silahlarımızı o kanlara bulaşmaktan korumuştur. Biz de dillerimizi o kanlara bulaşmaktan koruyalım” deyip: ARAPÇA VAR : Onlar bir ümmettiler ve devirlerini tamamladılar... Onların amellerinin sorumluluğu onların, sizin amellerinizin sorumluluğu sizindir. Siz onların yaptıklarından hesaba çekilmeyeceksiniz” ayetini okuduğu da rivayet edilmektedir.
İmam, İslam şeriatının nakilcileri olan sahabinin aralarındaki ihtilaflar hakkında; “Bizlerin onlarla uğuraşacağımıza öncelikle mükellef olduğumuz şeylerle meşgul olmamızın gerektiğini, onların hakkında hüküm vermekle emrolunmadığımızı ve onların yaptıklarından bizim hesaba çekilmeyeceğimizi hatırlattıktan sonra, haklarındaki hükmün Allah’a havale edilmesinin en doğru tavır olduğunu söylemektedir.
Onun sahabenin arasında çıkan ihtilaflar hakkında netice itibarıyla tafvrı budur....

Taraflardan hangisinin haklı olduğu hususunda ise tavrını net bir şekilde ortaya koyduğunu görüyoruz:

O her şeyden evvel Ali (ra)’ın hilafetinin sahih olduğu kanaatindedir.
Buna hilafet tertibinde 4. olarak Ali (ra)’ı zikretmesi de delil teşkil eder.

Ebu Hanife ihtilaflar hakkında bundan daha net bir tavır daha ortaya koyar ve Ali (ra) ile Muaviye (ra) aralarındaki savaşa yetişmiş olsaydım Ali (ra)’ın yanında yer alırdım” der.
Yine el-Mekki’nin rivayetine göre; “Ali (ra)’ın girdiği bütün savaşlarda diğerlerine nisbetle hakka daha yakındı... O müslümanlarla bir savaş olması durumunda nasıl tavır takınılacağını da öğretmiştir” demiştir.

O yine , Zübeyr ve Talha (ra)’ın Ali (ra)’a beyat ettikten sonra ona muhalefet ettiklerini de söylemiştir.

Sonuç olarak: O taraflardan hangisinin haklı, hangisinin hatalı olduğunu araştırmak ve bunu izhar etmekte bir beis görmemiş ama bununla birlikte taraflardan savaşlara iştirak edip ölenler hakkında, tekfir vs. gibi şeylerden uzak durmuş: bir bütün olarak sahabenin Allah Rasulü (sav) ile bir anlık beraberliklerinin bizim ömür boyu ibadetimizden daha faziletli olduğunu hatırlatarak, mezkur ihtilaflar hakkındaki hükümün Allah’a havale edilmesini tercih etmiştir.
İMAM EBU HANİFE NİN SAHABEİ KİRAMIN ARASINDA  ÇIKAN OLAYLAR HAKKINDAKİ MEZHEBİ HAKKINDADIR.

Ebu Hanife Sahebenin aralarında cereyan eden olaylarda ölenlerin hükmünü Allah’a havale etme taraftarıdır. 
Söz konusu olayların taraflarından kimin haklı kimin haksız olduğunda ise görüş belirtmiştir. 
O El-Bettiye risalesinde şöyle der; “Ben Allah Rasulü (sav)’in sahabesi arasındaki ihtilaf hakkındaki hümü Allah’a havale ediyorum. Çünkü onlar sünnet ve fıkhın nakledicileriydiler. 
İmam Atâ b. Ebi Rabah’ın Said b. Cübeyr’in , en-Nafi’nin, İbnu Ömer’in, Abdulkerim’in, Tavus ve İbn-i Abbas’ın, Ömer b. Abdulaziz’in de bu görüşte olduklarını nakletmiştir. 
Menakıb müellifleri onun Sıffin’de ölenler ve Ali ve Muaviye (ra) arasındaki ihtilaf hakkında soru sorulunca:” Onlar hakkında bir hüküm verirsem Allah’ın bunu neye göre söylediğimi sormasından korkarım... Kıyamet günü huzuruna getirildiğimde beni, onların aralrında geçen olaylar hakkında hesaba çekmeyecek... Bana, emrettiklerini yapıp-yapmadığımdan hesaba çekecek. O halde insanlarla uğuraşmak daha doğru olur.” Cevabını verdiğini rivayet ederler. 
Mezkur soruya “Allah bizlerin silahlarımızı o kanlara bulaşmaktan korumuştur. Biz de dillerimizi o kanlara bulaşmaktan koruyalım” deyip: ARAPÇA VAR : Onlar bir ümmettiler ve devirlerini tamamladılar... Onların amellerinin sorumluluğu onların, sizin amellerinizin sorumluluğu sizindir. Siz onların yaptıklarından hesaba çekilmeyeceksiniz”  ayetini okuduğu da rivayet edilmektedir. 
İmam, İslam şeriatının nakilcileri olan sahabinin aralarındaki ihtilaflar hakkında; “Bizlerin onlarla uğuraşacağımıza öncelikle mükellef olduğumuz şeylerle meşgul olmamızın gerektiğini, onların hakkında hüküm vermekle emrolunmadığımızı ve onların yaptıklarından bizim hesaba çekilmeyeceğimizi hatırlattıktan sonra, haklarındaki hükmün Allah’a havale edilmesinin en doğru tavır olduğunu söylemektedir. 
Onun sahabenin arasında çıkan ihtilaflar hakkında netice itibarıyla tafvrı budur....

Taraflardan hangisinin haklı olduğu hususunda ise tavrını net bir şekilde ortaya koyduğunu görüyoruz:

O her şeyden evvel Ali (ra)’ın hilafetinin sahih olduğu kanaatindedir. 
Buna hilafet tertibinde 4. olarak Ali (ra)’ı zikretmesi de delil teşkil eder. 

Ebu Hanife ihtilaflar hakkında bundan daha net bir tavır daha ortaya koyar ve Ali (ra) ile Muaviye (ra) aralarındaki savaşa yetişmiş olsaydım Ali (ra)’ın yanında yer alırdım” der. 
Yine el-Mekki’nin rivayetine göre; “Ali (ra)’ın girdiği bütün savaşlarda diğerlerine nisbetle hakka daha yakındı... O müslümanlarla bir savaş olması durumunda nasıl tavır takınılacağını da öğretmiştir” demiştir. 

O yine , Zübeyr ve Talha (ra)’ın Ali (ra)’a beyat ettikten sonra ona muhalefet ettiklerini de söylemiştir. 

Sonuç olarak: O taraflardan hangisinin haklı, hangisinin hatalı olduğunu araştırmak ve bunu izhar etmekte bir beis görmemiş ama bununla birlikte taraflardan savaşlara iştirak edip ölenler hakkında, tekfir vs. gibi şeylerden uzak durmuş: bir bütün olarak sahabenin Allah Rasulü (sav) ile bir anlık beraberliklerinin bizim ömür boyu ibadetimizden daha faziletli olduğunu hatırlatarak, mezkur ihtilaflar hakkındaki hükümün Allah’a havale edilmesini tercih etmiştir.